6 Ocak 2017 Cuma

Ayetel Kürsi Anlamı ve Mucizesi

Bakara Suresi'nin 255. ayeti Ayetel Kürsi olarak bilinmektedir. 9 cümleden oluşmaktadır. Okunuşu aşağıdaki gibidir:

Bismillahirrahmânirrahîm.
1- Allâhü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm.
2- Lâ te’huzühu sinetün velâ nevm.
3- Lehu mâ fissemâvâti ve ma fil’ard.
4- Men zellezî yeşfeu indehû illâ bi’iznih.
5- Ya’lemü mâ beyne eydîhim vemâ halfehüm.
6- Velâ yühîtûne bi’şey’in min ilmihî illâ bimâ şâe.
7- Vesia kürsiyyühüssemâvâti vel ard.
8- Velâ yeûdühû hıfzuhümâ.
9- Ve hüvel aliyyül azîm.



Birinci cümle, Allah'ın iki güzel ismi ile biten bir cümledir. Nedir bunlar? El Hay ve El Kayyum; hep yaşayan ve yaşamın kaynağını elinde tutan, bütün oluşumların ayakta tutulmasının ve korunmasının nedeni Allah'tır. Burada inanılmaz olan şey birinci cümleyle son cümle arasında ortak bir noktanın olmasıdır; o kısım "hüvel aliyyül azîm" kısmıdır. Yani ilk ve son cümlede Allah'ın iki isminden bahsedilmiştir.

İkinci cümleye geçmeden önce güvenlik hakkında bilgi vermek gerekir. Güvenlik görevlilerinin gerçekten zor bir işi vardır. Özellikle gece bekçilerini ele alalım. Sabit olarak aynı bölgede durup aynı noktaya saatlerce bakmak zor ve sıkıcı bir iştir. Peki nöbette durduğunuz esnada ne oluyor? Uykunuz geliyor ve yorgunluk basıyor. Gözleriniz yavaş yavaş kapanmaya ve uyuklamaya başlıyorsunuz. Buna yenik düştüğünüzde ise uyku başlıyor. Yani sina=uyuklama ve nevm=uyku olarak söylenebilir. Uykudan önce uyuklama safhası gerçekleşir. Buna göre ikinci cümlede beşerde olan fakat Allah'ta olmayan şeylerden bahsediliyor (yorulma, uyuklama ve uyku). Sondan ikinci cümleye baktığımız zaman ise anlam olarak "Onları (gökleri ve yeri) koruyup gözetmek kendisini yormaz" şeklindedir. Bu iki cümle arasındaki bağlantı, Allah'ın hiçbir şekilde yorulmayacağı, uyuklamayacağı, uyumayacağı ve hiçbir işin ona zor gelmeyeceğidir.

Üçüncü cümle, "Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur.". Devamını anlatmadan önce Allah'ın "Malik" ve "Melik" isimleri arasındaki farkı anlatmaya çalışalım. Malik sahip olan yani sahipliktir. Melik ise kral (hükümdarlık) anlamına gelir. Peki sahip ile kral arasındaki fark nedir? Örneğin bir kalemin sahibi olabilirsiniz fakat o kalemin kralıyım demezsiniz. Sahiplenmek küçük şeylere olur; araba, bilgisayar, telefon gibi. Bu şeylerin kralı olamazsınız elbette. Krallık daha büyük şeyler içindir. Başka bir deyişle sahiplik mal ile ilgili bir husustur. Lakin krallık öyle değildir. Bir ağacın kralı olamazsınız, bir toprağın kralı olamazsınız, ancak onun üzerinde yaşayan insanların kralı olabilirsiniz. Krallık halkı kontrol etmek üzerinedir. Sahiplik ise maddeyi kontrol etmek üzerinedir. Temel fark budur. "Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur." bu cümle sahiplik anlamındadır ve bu mikro ölçekte de geçerlidir. Her zerrenin sahibi Allah'tır. Sondan üçüncü cümle ise; "O'nun kürsüsü (hükümranlığı) gökleri ve yeri kuşatmıştır.". Allah kürsüsünden bahsederken krallığından bahsediyor. Bir tarafta sahiplik diğer tarafta ise hükümranlık. Bu iki kavram birbirini tamamlıyor. Çünkü her ikisi de bu dünya üzerindeki hiçbir canlıda aynı anda bulunamaz. Bir adanın kralı olabilirsiniz ancak o adadaki herşeye sahip olamazsınız. Otorite birinin elinde olabilir ama herşeyin sahibi başkası olabilir. Ancak Allah hem Malik hem de Melik'tir. 3. cümlede Malik özelliği, sondan 3. cümlede ise Melik özelliği anlatılmıştır.

Dördüncü cümle, "İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?". Şefaat nedir? Biz bunu başkası adına ricalarda bulunurken kullanıyoruz. Şefaat demek siz birtakım bağlantılara sahipsiniz demek. Siz işinizi kaybetmek üzereyken amcanız patronunuza gelir ve "hayır, hayır, o benimle, o iyidir" der. Şefaat budur. Hesap gününde muhtemelen sıkıntı içinde olacağız ve sonra birisi gelip şöyle diyecek; Hayır onlar benimle, lütfen yumuşak davranın?! Biz Allah'a bizi peygamberimizin şefaatiyle şereflendirsin diye yalvarıyoruz ve Allah bize şöyle der; "kimse sizin için gelemez, ne amcanız, ne babanız, ne anneniz, ne patronunuz.". Hesap gününde şöyle diyemeyeceksiniz; Allah'ım aslında o benimle. Bu sadece bu dünya için geçerlidir. Benim kontenjanımdan ona da V.I.P. bilet verin. Ama orada işler öyle olmayacak. Fakat tek istisna Allah'ın izin vermesi, dolayısıyla bu cümle şununla ilgilidir; Allah'ın izin verdiği kimseler hariç hiç kimse bu konuda yetki sahibi değildir. Sondan dördüncü cümlede ise "Onlar hiçbir şeyin bilgisine sahip değiller, Onlar O'nun ilminden hiç birşey kavrayamazlar, O'nun diledikleri hariç". Bu iki cümle Allah hakkında bir demeç ve bir istisna ile ilgilidir.

Ayetteki cümleler şu şekilde birbirine bağlıdır: 1 ile 9, 2 ile 8, 3 ile 7, 4 ile 6. Geriye ise ortadaki 5. cümle kaldı. Beşinci cümlede Allah diyor ki "O, onların öncesinde ve sonrasında ne varsa hepsini bilir". Allah bu cümlenin arkasından gelenleri ve önünde olanları biliyor ve bu cümleyi onların tam ortasına koyuyor. Kim bu şekilde konuşabilir ki? Allah'ın konuşma ve bunu ifade etme yöntemi harika.



Burada önemli bir gerçek ortaya çıkıyor. Biz biliyoruz ki okuduğumuz Kur'an bir kitap. Bir metin gibi okuyor ve cümlelerini bu şekilde sıralayabiliyoruz. Ancak peygamberimiz veya sahabe böyle mi yapmışlar. Onlar sadece Kur'anı konuştular. Biz ancak yazıya dökülmüş olan şeylerde bunları görebiliyoruz. Kur'an çok muhteşemdi ve hiç hata yapmadan konuşma ile veriliyordu. Biz birşey söylediğimizde bunu geri almamız çok çok zor. Ama kötü içerikli bir e-mail yazarken bakıp şöyle dersiniz; hmmm şurası olmamış onu sileyim. Yani geri alma şansınız var. Fakat bir şey söylüyorsanız, o artık gitti. Ekleme yapma ya da düzeltme ihtimaliniz yok. Allah (a.v.c.) Kur'anı yazılı değil sözlü olarak vahyetmiştir. Müslüman olmayan dilbilimciler ise böyle bir tarzın yazılı olmak zorunda olduğunu söylediler. Evet Kur'an yazılıydı ancak bu dünyada değil; Levh-i Mahfuz'da. Bu Kur'anın hiçbir insandan çıkmış olamayacağının kanıtıdır. SübhanAllah

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder